Dedem korkut geldi,
Boy boyladı soy soyladı.
“Bu hikâye Deli Dumrul hikâyesi olsun,
Benden sonra gelen alp ozanlar söylesin,
Alnı açık erenler dinlesin’’ dedi.



ÖN SÖZ
Türk kültüründe hikâyenin önemli bir yeri vardır. Sözlü kültürün ilk dönemlerinden günümüze kadar değişen formlarda hikâye hep anlatılmış, yazılmış ve okunmuştur. Gün gelmiş Dede Korkut’un kopuzunda bir Deli Dumrul olmuş, gün gelmiş aşığın sazında “Kerem İle Aslı” olmuş, gün gelmiş halkın ağzında bir “Koç Yiğit Köroğlu” olmuştur.
Modern anlamda hikâye ise bizde ancak 1870’lerin sonunda görülmüştür. Birkaç sentez yapıttan sonra Türk Hikâyesi Halit Ziya Uşaklıgil gibi, Ömer Seyfettin gibi, Refik Halit Karay gibi büyük yazarların elinde ustaca işlenmiştir.

Çoğu kaynakta hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları ve durumları ilgi çekici bir şekilde, romana göre daha dar bir kapsamda ele alan edebi yazılar olarak tanımlanmaktadır. Hikâyenin kendi içinde barındırdığı dinamizm ve çarpıcılık onun aynı zamanda eğitimde yaratıcı yazma çalışmalarında sık kullanılan bir tür haline gelmesini sağlamıştır. Bizde bu gerçekten hareketle yenilenen eğitim öğretim programında öğrenci başarısını değerlendirme araçlarından biri olan performans ödevlerinde öğrencilerimizle yaratıcı yazma çalışmaları yaptık. Yaklaşık bir aylık bir atölye çalışmasının sonucunda elimizde oldukça iyi ürünlerin olduğunu gördük.
İşte elinizdeki bu mütevazı derleme de bu atölye çalışmasının ürünlerinden oluşmaktadır. Takdir ederseniz ki öğrencilerimizin çalışmaları profesyonel yazarlar düzeyinde olmayacaktır. Bundan dolayı öyküleri kendi çapı çerçevesinde değerlendirmeniz gerekecektir. Kim bilir belki de bu hikâyelerden biri bundan 15-20 yıl sonra çok meşhur olacak bir hikaye yazarının ilk çalışmasıdır.

Selçuk Koyuncu
Türkçe Öğretmeni


_____

YENİDEN HAYATA

O, çok güzeldi. Beyaz tenli, yeşil gözlü, ufak bir yüzü vardı. O, en şık en yüksek yerlere aitti. Aslında biraz aç gözlüydü. “Yarından bana ne!” diyen tiplerdendi.
Lüks hayatının dışındaki şeylerle ilgilenmeyen, pasif bir kişiliği vardı. Onun hayatında yer alan sevginin anlamı para ve eğlenceydi. İnsanlara yukardan bakmayı öğrenmişti. Onun için “kenar mahalle” denilen yerler ve orada yaşayan kimseler bir çöplüğe ait parçalardan ibaretti. Oradaki insanlar hiçbir şeyi hak etmezlerdi; çünkü değersiz yaşamlara mahkûmdular.
Ama hayat adil değildi. Hayat bir dersten ibaretti belki de. Ona küçümsediği hayatların değerini anlatmak için biraz aceleci davrandı. Ve ona daha on sekizinde “kanser” kötü bir sürpriz yapmıştı.
O bunu kabul edebilir miydi? Tabii ki hayır! Başlarda bunu sorumlusu çevredeki insanlarmış gibi davrandı. Sonralarda ise “yeniden hayata” dönmek için pahalı hayatına dönemeye karar verdi. Yani yine kendini para pulla kandırma çabaları içersine girdi. Bu zor günlerinde pahalı hayatındaki birkaç arkadaşı da ona sırtını dönmüştü. Günden güne soluyor, kendini hırpalıyordu. Aynı zamanda çevresindekilere nefret kusuyordu. Yavaş yavaş ölüyordu. Oysaki hayat her zaman yerindeydi, her zamanki içkisi önünde duruyordu, her zamanki gibi dans eden, keyfince eğlenen insanlar vardı etrafında.
Onun durumu bunlara izin vermiyordu. O izlemek ve dinlemek ile yetiniyordu. Kadehiyle, kaderiyle baş başaydı. Sadece arada birkaç damla gözyaşı ona eşlik ediyordu. Yalnızdı. Belki de onu yok eden en önemli nokta buydu. İçi acıyordu. Ne olmuştu?
Hayat neden onu bu kadar lüksün, bolluğun içinde bataklığa sürüklüyordu. Cevabını biliyordu bilmesine ama bunu kendine itiraf etmeye cesareti yoktu.
Kendinden korkuyordu kaçıyordu. Nedeni açıktı. Bir dakika bile kendisi olamamıştı. Kendi kurduğu sanal dünyada düşleri ile yaşıyordu. Sefillik yoktu, insanların acı bir sonu yoktu, incinmek yoktu. Şu an hangi yüzle gerçek olabilirdi ki?
Ama şimdi kanser olmuştu. Sanal dünyasından çok uzaklardaydı. Her şey yerli yerinde derken niye aradığı şefkati arkadaşlıkları, masumiyeti bulamıyordu?Gözyaşları bu kadar silken kendine söylediği yalanlar mı onları bu kadar kirletmişti? Daha erken dediği şeyler için çok mu geçti? Oysaki daha on sekizindeydi. Yolun yarısında bile değildi! Durdu ve kadehinden bir yudum alarak on sekiz yıldır nelerle mutlu olduğunu düşündü. Cevap hiçbir şeydi. Her şey bugün ağır bir darbe gibi yüzüne vuruyordu. O ister miydi ki hayatı böyle olsun? Hata onda mıydı? Kısacık bir hayata bu kadar yanlışı sığdırmak?
Artık sonu için iki seçeneği vardı. Kalmak ya da gitmek. Oturduğu yerden yavaşça doğruldu, eve gitti ve aynada kendine baktı. On sekiz yaş için ne kadar büyük gösteriyordu! “Son kez” dedi kendine. Son kez açacaksam gözlerimi bu dünyaya o günüm hayatımdaki en güzel ve en gerçekçi gün olmalı dedi. Gülümsedi kendine. Son bir özür için hayal kırıklığına uğrattığı insanları aradı. Annesini aradı. Sevmediklerine bile selam verdi bugün. Süslü hayatının bir parçası olan arkadaşlarına hiç uğramadı. Üstüne birkaç eşya geçirdi. Değerli neyi var neyi yok her şeyi topladı. “Çöplük” diye hitap ettiği yere gitti.
İnsanlar ne kadar da mutluydular.
Yüzleri kirli kıyafetleri eski olabilirdi. Ama hayatının bir parsçı olan porselen bebeklerden daha gerçekçiydiler. Yalan yoktu, oyun yoktu. Her şey olduğu gibiydi. Belki de şu an onun tek gerçeği vücudunu saran kanserdi. Kanser ona bir hayat dersi vermişti.
Bu kötü sürpriz hayatını anlamlı kılmıştı. O gün bütün evleri dolaştı hediyeler dağıttı. Evli olan yaşıtlarına hayretle bakıyordu. Onlarla iki bardak çay içti, hikâyelerini dinledi. Çocuklarla oyunlar oynadı, ip atlası. Daha doğrusu yaşayamadığı çocukluğunu yaşadı.
Orda yemem dediği şeyleri yedi. Hatta küçük bir metal kolye aldı.
Belki biraz geçti fakat mutluydu. Akşamüstü evine geldiğinde “Keşke daha önceden yapsaydım bunları dedi.” Evindeki yatağına uzandı, kolyeyi, avucuyla kavradı. Yüzü gülüyordu. Tüm vücuduna yayılan kanser ona mutluluk kavramını öğretmişti. Bunu karşılığında ise ondan hayatını istiyordu. Vakit gelmişti. Son bir kez daha gülümsedi ve gözlerini kapadı. Bitmişti işte, o gün son kez gözlerini açmıştı. Sonsuza kadar da açamayacaktı artık.
Belki bir daha yarın olamayacaktı ama ruhundaki huzur sonsuza kadar olacaktı.
Aslında onun asıl sonu, onun gibi yaşayanlara ders olmuştu. Mezarı kenar mahalleden arkadaşları o güzel donatmışlardı ki.
En değersiz görünenin ne kadar kıymetli olduğu bir kez daha anlaşılmıştı.

Selin Gezen – Çiğdem Sandık - Tuba Özderin - Betül Erden

"Performans" Kısa Hikâyeler. Mini kitap.

Edebiýat, Jupiter_Fire tarapyndan 3 years ago
Teswir ýazmak üçin Içeri gir